İzmir Kitap Fuarı'nda epeyce yorulduktan sonra, iki hol geçişine
kimbilir ne sebeple döşenmiş yeşil halıfleksli duvarın dibine çöktüm.
Çantadaki yeni alınmış kitaplardan birini açtım. Daha önce iki filmde,
birbirinden tamamen farklı tipleri canlandırmasını hayranlıkla izlediğim
bir adama aitti kitap, ve -ayıp değil ya- ben adamın adını o güne kadar
bilmiyordum. Çok uzaktaki öğretmen yeğenimdi yazarın asıl hayranı ve
ben birazdan söyleşisine de gireceğim o adama, kitabı imzalatıp yeğenime
gönderecektim.
Ne anlatabilirdi bu adam söyleşide? Tipolojik olarak, senelerdir alıştığımız yazarlardan biridir diyordum kendi kendime. Hani fular takmasa da fularlı konuşur ya bazısı, işte o da tam olarak öyle olmalıydı. Bir saat boyunca basmakalıp entelektüel kavramlar, imgelemler havada uçuşacak ve sonunda imzamızı alıp gidecektik. Ama hiç de öyle olmadı.
Yekten söyleyeyim, tastamam namuslu bir Anadolu delikanlısı oturuyordu karşımızdaki masada. Ağzından çıkan her sözcük, kulağımızdaki yerini hiç yadırgamıyor, zaten oralıymış gibi bağdaş kurup oturuveriyordu. Öyle sahici, öyle bizdendi ki bu adam, zamanın nasıl geçiverdiğini anlayamadım. Onlar aksini iddia etseler de, bence beş dakika filan sürmüştü o gün o söyleşi!
Sonra bir imza attırdım yeğenin kitabına. Sonra kendime... Sonra başka bir fuarda... Sonra başka bir panelde... Bir gün bir mesaj attım, üşenmedi cevapladı. Sonra bir daha... Bir daha... Gönderdiğim öykülerimi hiç üşenmedi, okudu. Yürek verdi. Umut oldu.
Anadolunun bir köşesindeki gazozhaneden gelen bir delikanlı, başka bir köşesinden gelen birine, hem de ta İzmir'de, el verir mi? Verdi. Zaten bilerek ya da bilmeyerek hepimiz, bir diğerinin yaşamına bir ucundan dokunmuyor, bir yerinden umut vermiyor muyuz, hem de her gün. İşte bize de aynı şey oldu. Ve yine Şirazlı Sadi'nin dediği oldu ve yine bir mum diğerini yakmakla kendi ışığından hiç bir şey kaybetmedi.
Kimine göre "Çukur"un İdris Koçovalı'sı bana göre ise imza günlerinin, söyleşilerin ak gömlekli, pak yürekli senaristi, yönetmeni, doktor Ercan hocaya sevgilerimle.
Uğur Demircan - İzmir 2018
Ne anlatabilirdi bu adam söyleşide? Tipolojik olarak, senelerdir alıştığımız yazarlardan biridir diyordum kendi kendime. Hani fular takmasa da fularlı konuşur ya bazısı, işte o da tam olarak öyle olmalıydı. Bir saat boyunca basmakalıp entelektüel kavramlar, imgelemler havada uçuşacak ve sonunda imzamızı alıp gidecektik. Ama hiç de öyle olmadı.
Yekten söyleyeyim, tastamam namuslu bir Anadolu delikanlısı oturuyordu karşımızdaki masada. Ağzından çıkan her sözcük, kulağımızdaki yerini hiç yadırgamıyor, zaten oralıymış gibi bağdaş kurup oturuveriyordu. Öyle sahici, öyle bizdendi ki bu adam, zamanın nasıl geçiverdiğini anlayamadım. Onlar aksini iddia etseler de, bence beş dakika filan sürmüştü o gün o söyleşi!
Sonra bir imza attırdım yeğenin kitabına. Sonra kendime... Sonra başka bir fuarda... Sonra başka bir panelde... Bir gün bir mesaj attım, üşenmedi cevapladı. Sonra bir daha... Bir daha... Gönderdiğim öykülerimi hiç üşenmedi, okudu. Yürek verdi. Umut oldu.
Anadolunun bir köşesindeki gazozhaneden gelen bir delikanlı, başka bir köşesinden gelen birine, hem de ta İzmir'de, el verir mi? Verdi. Zaten bilerek ya da bilmeyerek hepimiz, bir diğerinin yaşamına bir ucundan dokunmuyor, bir yerinden umut vermiyor muyuz, hem de her gün. İşte bize de aynı şey oldu. Ve yine Şirazlı Sadi'nin dediği oldu ve yine bir mum diğerini yakmakla kendi ışığından hiç bir şey kaybetmedi.
Kimine göre "Çukur"un İdris Koçovalı'sı bana göre ise imza günlerinin, söyleşilerin ak gömlekli, pak yürekli senaristi, yönetmeni, doktor Ercan hocaya sevgilerimle.
Uğur Demircan - İzmir 2018
Tüyap Kitap Fuarı İzmir, 2019 |
Yakın Kitabevi İzmir, 2016 |