Görünmez Kitap ve Daktilo


Doğup büyüyen ve ölüp giden herkesin bir kitabı var bu hayatta. Matbaada basılmış olmasa da, içinde mürekkep ve üstünde kapak olmasa da herkesin bir kitabı var. Yaşadıklarıyla, tecrübeleriyle dolduruyor, davranışlarıyla, iyilikleriyle süslüyor o kitabı insan. Ruhuyla süslüyor.

İnsanların bazısı kayda alır, yazıya geçirir o görünmez kitabını; görünür kılar. Bu sayede sonraki nesiller okuyabilir onları. Çoğu ise sadece hayatını yaşar ve öldüğünde tüm yaşadıkları onunla gömülür. Cenaze töreni, kitap imha törenine dönüşür böylesinin. Mezarlıklar, yazılmadan çürümüş nice kitaplardan oluşan bir külliyattır aslında.

Ben önce her şeyi izledim. Yıllarca sürdü bu izleme hali. Yazdıklarımın kimini ben yaşadım, kimini bir başkası yaşadı ama ben hepsini izledim. Böylece; kapağında görünmez harflerle 'anılar' yazan nâmevcut bir sandığın içinde fikirler, yorumlar biriktirdim, çoğu kez farkında bile olmadan. Sonra gün geldi, yazmaya başladım onları. Naftalin kokan şiirler, küçük notlar, paragraflar birleşti, büyüdü öykü oldu, deneme oldu, anı oldu. Olaylar karşısında fiiliyata geçmese de her zaman, fikirler biriktiriyor insan. Ve o fikirler gün gelip büyüyor, eylemleri doğuruyor. Benim eylemim ise yazmak oldu çoğu zaman.

Yazmanın da araçları değişti elbette yıllar içinde. Bunların içinde en şahsiyetli olanı hiç kuşkusuz daktiloydu.

Daktiloda başka bir sihir vardı. Tuş vurma seslerinin ardından gelen o meşhur çınlaması, sonra mürekkep şeridinden ve harflerin bağlı olduğu metal ekipmanın yağından gelen o kendine has koku, insanda tiryakilik yaratırdı desek yanlış olmaz. Elinize aldığınızda ağırlığının verdiği his ve gövde sacının yağlı boya soğuğu bile başkaydı. Onunla ilk satırı yazmaya başlayınca ise, devamı mutlaka gelirdi. Kâtipler gibi on parmak olmasa da bir piyano virtüözünün parmakları gibi uçuşmaya başlardı benimkiler de tuşların üstünde. En azından kalemle yazmaktan daha kolaydı. Kalem vakit kaybıydı; ne kadar hızlı yazmaya çalışırsan yazı o kadar bozulur, okunmaz olurdu. Düşündüğün kadar hızlı yazamazdın bir türlü.

Daktiloya benzer bir tuş sesini yıllar sonra çalışma hayatına atılınca duyacaktım. Ama sözcükler yerine sayılar, öyküler yerine aylık puantaj hesabı veren bir tür daktiloydu o. 'Facıt' markalı eski tip bir hesap makinesiydi ama hiç bir zaman duygusal bir bağ kuramazdınız onunla. Son olarak da bilgisayar klavyesi girdi devreye ve en hızlı yazma biçimine kavuşmuş olduk böylece.


Şimdilerde ise kitap okurken geliyor çoğu kez yazı fikirleri. İki satır arasındaki beyaz boşluğun pütürlerinde takılıp kalıyor gözlerim ve cümleler hışım gibi geçiyor aklımdan. O kadar hızlı akıyorlar ki bazen, çarçabuk bir paragraf ediveriyorlar ve ben onları not almaya bile yetişemiyorum. Tuşla klavyeyle uğraşmadan sadece düşündüğümüzü yazıya geçiren cihazlar çıksa artık fena olmayacak.

Doğup büyüyen ve ölen herkesin bir kitabı var, dedik ya bu hayatta; işte hayat, hayal gücü ve arzulama yeteneği ile doğmuş insanoğlu için gerçekten çok kısa ve o görünmez kitabı, bizimle birlikte çürümeye terk etmemek gerek. En azından, gelecek nesillere bunu borçluyuz.

Mart 2018 - İzmir
Daha yeni Daha eski