"...
Beyaz, ipek gibi yağdı kar.
Bir kız, kardan hafif yüreğiyle
geçip gitti, güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
uykuya dalmıştır şimdi.
Düşündüm bir bir
kardeşlerimin ne yaptıklarını.
..."
- Ataol Behramoğlu
Beyaz, ipek gibi yağdı kar.
Bir kız, kardan hafif yüreğiyle
geçip gitti, güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
uykuya dalmıştır şimdi.
Düşündüm bir bir
kardeşlerimin ne yaptıklarını.
..."
- Ataol Behramoğlu
Bir İç Anadolu şehrinde doğmuşsanız kar, hayatınızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Yılın iki, üç ayı boyunca isteseniz de sıyrılamazsınız o soğuk, beyaz yorgandan. Çaresiz, alışmaya çalışırsınız. Belki alışırsınız, alıştığınızı sanırsınız belki de.
Çocukluğun en büyük eğlencelerindendi kar elbette. Bir sabah uyanıp pencereden dışarı bakınca her yerin beyaza kesmiş olduğunu görmek, tarifi imkânsız bir mutluluk olurdu. Sanki siz uyurken gizli bir el, fırçasını uzatıp dünya üzerindeki bildiğiniz her şeyin rengini değiştirmiş, bolca beyaz boya kullanarak bütün kirlerin üstünü kapatmış gibiydi. Atkılar, şapkalar, botlar, eldivenler hızlıca giyilir, sokaktaki o pürüzsüz örtü üzerine ilk izleri bırakmaya koşulurdu. Birer ikişer evlerinden çıkan arkadaşlarla da paylaşılırdı bu sebepsiz coşku. Ve insanoğlunun yaşadığı her coşku gibi bu da sonunda savaşa dönüşür, silah olarak da avuç içi büyüklüğünde kar topları kullanılırdı. Büyüklerinden gördüklerini yapardı çocuklar elbette; kimse suçlayamazdı onları bunun için. Akşam olup da tüm gün yorulup terlemiş çocuklar gürül gürül yanan sobalarının yanına sokulduğunda ise hemen her evin önünde hareketsiz birer bekçi kalırdı. Genelde iri yarı, kömürden düğmeli, havuçtan burunlu beyaz bekçiler... Artık, güneşin yüzünü göstereceği veya Lodos'un eseceği güne kadar onlar koruyacaklardı evleri.
Sonra o muhteşem zamanların, o umarsız, kayıtsız, güzelim çocukluğun sonu gelir, adına yetişkinlik denilen uzun ve sıkıntılı bir süreç başlar insanın hayatında. O evdeki sobanın içine atılan odunu, kömürü kazanmak zorundadır artık. Sabah erken kalkıp, o soğuk beyaz örtünün üstünde ilk adımları atıp işe gitmek zorundadır. Arabası varsa, temizlemek, çalıştırmak zorundadır. Hatta bazen yolu bile açmak zorundadır. Kar o kadar da eğlenceli değildir artık. Tarlalar, mahsüller için, içme suları için gerekli olan kar, kent hayatındaki insanın günlük hayatını zorlaştıran, şehirlerarası yolları kapatan, davetsiz bir misafire dönüşmüştür artık. Hiç kar düşmeyen şehirlerin sakinlerine eski kartpostallardaki güzel manzaraları çağrıştıran o beyaz örtü, İç Anadolu insanı için eziyet demektir bir anlamda.
Ama umutsuz yaşayamaz insan. Biraz ümit mayası eklenmiştir sanki hamuru yoğurulurken. Her sıkıntının sonunda ferahlık beklemeye, her karanlıkta bir ışık görmeye yazgılıdır. Ömür denilen çile başka türlü doldurulamaz çünkü. Der ki insanoğlu; kar yağdıysa kalkacağı zaman da gelecektir, kar yağdıysa tabiata faydaları da olacaktır, bereketi de olacaktır. Haklıdır da. Bu hayat sonsuz olmadığı gibi, çekilen her tasa da ölümlüdür aslında; gün gelip bitecektir. Sabır gereklidir. Bir İç Anadolu şehrinde doğmuşsanız tevekkül, hayatınızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Alışırsınız. Alışmaya çalışırsınız.
Aralık 2018, İZMİR
Ressam: Richard Telford