Kuğulu Park



Sabah erkenden binilirdi otobüse Atatürk heykelinin karşısındaki demir duraktan. Ellerde pazar çantalarıyla; içinde yemek tencereleri, meyve, ekmek, çekirdek poşetleriyle... Bulmaca, fıkra kitabı ya da Redkit ilâveli gazetelerle... Oynamak üzere plastik toplar, salıncak kurmak için kalın urganlarla... Küçük bir ilçeydi o zaman Seydişehir ve neredeyse herkes aynı anda giderdi piknik için Kuğulu Park'a. Denizimiz yoktu ya Kuğulu'muz vardı.

Şoför Alparslan abinin sürdüğü, markasını hatırlayamadığım o uzun burunlu kırmızı otobüs, insanları hafta sonu sabah iki kez götürür, akşam da yine saat yedi ve sekizde geri getirirdi. Gün içinde sefer varsa da bilmiyordum çünkü masa kapmak gerektiğinden herkes sabahtan giderdi. Hafta içi de hiç gitmezdik. Özel otomobil yok denecek kadar azdı o vakitler. Otomobili olan asla sadece kendi ailesi ile gelmez, komşu iki hatta üç aile sığdırılırdı o araca. Bazen de iki sefer yapardı otomobilin sahibi. Bencillik yoktu çünkü, paylaşım vardı.

Dar bir alandı o zamanlar Kuğulu Park. Dev ağaçların gölgesindeki tahta masalı ve doğal çimenli bölüm dışında piknik yapılmazdı. Gövdeleri bir kaç kişinin el ele tutuşma genişliğindeki bu ağaçların bazısının içi oyuk olur, saklambaçta işe yarardı. Yanlara doğru açılmış kalın dallarına ise mutlaka salıncak kurardık. Battaniye ve yastıkla desteklenen, ilk saatlerde hızla sallanılan, ilerleyen saatlerde uyku hamağı niyetine yatılan...

Uğur Demircan, Anı, Deneme, Seydişehir, Kuğulu Park, Piknik, Gölet, Sandal

Lamba direklerinin altında prizler olduğunu hatırlıyorum. Her masa kendi müziğini dinlerdi evden tek kasetli teybini getirip. Pazar günü ise maç dinlenirdi tabi. Yemekten sonra biraz dolaşınca Barış'tan Orhan'a, Ferdi'den Emrah'a çeşit çeşit müziklerin ve bunları dinleyen tanıdık ailelerin arasından geçilirdi. Neredeyse herkes tanıdıktı orada. Yemek ise evden getirilir ya da orada piknik tüpüyle pişirilirdi, eğer Kurban sonrası değilse. Mangal adeti sonradan yaygınlaştı. Her yer dumana kesmezdi o zaman piknik yerinde. İnsanlar nefes almak için giderdi oraya.

Dağa doğru toprak bir alan vardı, büyük abiler orada futbol maçları yaparlardı tozu dumana katarak. Oradan sonra ise Ferzine mağarasına tırmanış başlardı, yarı yoldaki söğütün altındaki çeşmede mola verilen, sonrasında gittikçe dikleşen, zorlaşan. Oraya ilk kez lise yıllarımda çıkacaktım.

Aşağıdaki küçük gölette küreklerle çekilen eski tip sandallar vardı. Ellerimiz su toplardı her pazar akşamı. Sonra, eski alışveriş fileleriyle her bir köşesinden karpuzlar sarkıtılırdı o gölete, buzdolabı niyetine.

Uğur Demircan, Anı, Deneme, Seydişehir, Kuğulu Park, Piknik, Gölet, Sandal

Akşam ise bir korna sesi gelirdi oyuna ya da istirahate dalmış olanlara. Otobüs, geldiğini haber verirdi Kuğulu ahalisine. Yine aynı kalabalık, küçük tüpleriyle, kilimleriyle, çantalarıyla koşturur, sırayla ama yorgun argın binerlerdi otobüse. Eve varır varmaz banyolar yapılır, ağrılar sızılar içinde yorgun ama mutlu bir uykuya dalınırdı.

Bazen de bizim bir keresinde başımıza geldiği gibi yağmura yakalanırdınız:

Sanıyorum iki aile gitmiştik pikniğe Kuğulu'ya. Aniden bastıran bir Nisan yağmuru, eşyaları toparlayamadan, kayalıklara doğru kaçmamıza sebep olmuş; yemek soframız, sandalyeler, minderler, Ahmet amcanın 'Karabalık' gömdüğü sıcak kül, 'Yurttan Sesler' çalan pilli radyomuz ve diğer tüm malzemeler kısa süre içinde bir su birikintisi içinde kalmış, çizgili, plastik topum da bunların yanında yüzer olmuştu.

Ailecek sığındığımız büyük kayanın altında bir müddet karşımızdaki manzarayı izlemiştik, ki başka da çaremiz yoktu. Yağmur, dolu ile karışık çılgınlar gibi yağıyordu. Piknik sofralarında ekmekler, börekler, dolma tencereleri, kayık salata tabakları, meyveler, kesekâğıdında kuru yemişler, bulmacasına henüz başlanmış gazeteler, gazetenin kendinden kalabalık hafta sonu ekleri, sofraların yayıldığı kareli kumaşlar, yaşlıların minder üstünde yaslandığı asırlık ağaçlar, ağaçların dallarına kurulmuş ip salıncaklar ve bunların arasında koşuşturan, hâlâ kaçamamış insanlar, hatta daha ilerideki gölet, kim bilir kimin hatırasına dikilmiş çam koruluğu, ötesinde çıplak tepeler ve toprak yolların ayırdığı tekmil arazi, damlaların bombardımanı altında kalmıştı.

O günden son hatırladığım ise, döndüğümüzde pilli radyomuzun suda yüzerken hâlâ çalıyor olmasıydı.

Dedim ya denizimiz yoktu bizim ama Kuğulu'muz vardı. O dev ağaçlar ömürlerini tamamlayıp kesilmiş olsalar da mangal dumanından göz gözü görmese de şimdilerde; tâ annemin çocukluğunda deve güreşleri yapılan, hilâl şeklinde dağların kuytusunda yarım asırdır ahaliye kır havası aldıran, her gelen belediyenin genişletip, geliştirdiği ve memlekete her gidişte illâki en az bir kez piknik yapılan bir Kuğulu'muz var hâlâ. Ve devam etmekte yeni neslin hafızasında, değişik biçimlerde de olsa, güzel anılar bırakmaya.



Uğur Demircan, Anı, Deneme, Seydişehir, Kuğulu Park, Piknik, Gölet, Özcan Doğan

Fotoğraflar: 

- Anonim İnternet
- Özcan Doğan


Mayıs 2018, İZMİR
Daha yeni Daha eski