Dört kardeştiler Daltonlar gibi. İkisi birer yaş arayla, onlardan ufak olan diğer ikisi de yine birer yaş arayla doğmuş, dört
erkek kardeş. Aynı sokakta, çaprazımızdaki evde otururlardı.
Zayıf ve sessiz bir anneleri vardı. Bunlarla nasıl baş ederdi anlamazdım. İstedikleri zaman mahşerin dört atlısına dönüşüveren bu kardeşlerden büyük olan ikisi olgunluk çağının emarelerini göstermez de değillerdi ama pazar yerinde, başka mahalleden bir oğlanla yaptıkları kavgada görmüştüm ki lüzumunda hepsi bir gangster çetesine dönüşüveriyordu.
Çete dediysem, kötü çocuklar değillerdi. Benim hiç sorunum olmadı onlarla. Böyle yaşları yakın, birbirini kollayan kardeşlere oldum olası özenmişimdir zaten. Yaş olarak ortalarında yer alıyordum ve çoğunlukla büyük olan ikisiyle arkadaştım.
Ortaokul tatile girmişti. Herhangi bir yazlığa yahut bağ evine tatile gitme şansımız da olmadığından, biraz kitap okuyarak ama çokça oynayarak, yaklaşık üç ayım sokaklarda geçecekti.
Bilye, gazoz kapağı ilkokul yıllarında kalmıştı. Daracık sokağımızda top da oynuyorduk ama yetmiyordu. Ortaokul yaşları, çocuklukla büyüklük arası bir dönemdi ve kendini büyümüş hissetmek istiyordu insan o zamanlar. "Balığa gidelim", dedik bir gün bu dört kardeşle. Balık tutmak için gidilecek yer de onların köyü idi. Araçla on dakikalık bir mesafeydi ama benim için ailem olmadan şehir dışına ilk çıkış demekti. Bu planı, zannederim bir kaç dakika içinde yaptık ve kimseye haber vermeden ve izin almadan fırladık; eski garajdan dolmuşa bindik. Onlar alışkındılar tabi, kim bilir kaçıncı kez gidiyorlardı babalarının köyüne. Benim içinse sıradışı bir yolculuktu.
Ana yoldan tepeye doğru çıkarak yerleşmişti köy. Evler birbirine bozuk ve yokuşlu yollarla bağlıydı. Köyün bakkalına girdik önce. Misina ve iğne aldık. Şehirdeki bakkallarda bunların satıldığını hiç görmemiştim.
Bir akrabalarının evine girdik sonra. Teyzeleri ya da halaları olmalıydı. İkinci kata çıktığımızı ve bize sofra kurulduğunu hatırlıyorum. Yemekten sonra, köyün arkasındaki dereye gidecektik balık tutmaya.
Yemek yerken kapı çaldı. Merdivenden çıkıp gelen misafir, iki yaşlı adamdı. Biri babam, biri de dünürümüz olan amcaydı.
O kadar şaşırmıştım ki o an.
Anlaşılmıştı ki babam, bir şekilde mahallede araştırma yapıp, belki de sokaktaki çocuklardan, o köye gittiğimizi öğrenmiş, sonra taa Yeni Cami mahallesinde oturan, dünürümüze gidip onun motoruyla köye gelmiş ve o evi bulmuştu.
Çocuk aklımla aileme haber vermeyi unutmak bir yana telefon ya da araba sahibi olunmayan öyle bir dönemde bu kadar kısa sürede bulunmak bana çok esrarengiz gelmişti. Toplamda bir saat bile geçmemişti.
Babam kızmıştı kızmasına ya, sağ olsunlar, evin sahibi ve dünürümüzün telkinleri etkili olmuş, biraz da sanıyorum yaşattığım 'ya bulamazsak' korkusu galip gelmişti. Böylece yiyeceğim garanti olan kötekten o gün için kurtulmuştum.
Olan bizim balık hevesine olmuştu.
Mayıs 2017, İZMİR
Zayıf ve sessiz bir anneleri vardı. Bunlarla nasıl baş ederdi anlamazdım. İstedikleri zaman mahşerin dört atlısına dönüşüveren bu kardeşlerden büyük olan ikisi olgunluk çağının emarelerini göstermez de değillerdi ama pazar yerinde, başka mahalleden bir oğlanla yaptıkları kavgada görmüştüm ki lüzumunda hepsi bir gangster çetesine dönüşüveriyordu.
Çete dediysem, kötü çocuklar değillerdi. Benim hiç sorunum olmadı onlarla. Böyle yaşları yakın, birbirini kollayan kardeşlere oldum olası özenmişimdir zaten. Yaş olarak ortalarında yer alıyordum ve çoğunlukla büyük olan ikisiyle arkadaştım.
Ortaokul tatile girmişti. Herhangi bir yazlığa yahut bağ evine tatile gitme şansımız da olmadığından, biraz kitap okuyarak ama çokça oynayarak, yaklaşık üç ayım sokaklarda geçecekti.
Bilye, gazoz kapağı ilkokul yıllarında kalmıştı. Daracık sokağımızda top da oynuyorduk ama yetmiyordu. Ortaokul yaşları, çocuklukla büyüklük arası bir dönemdi ve kendini büyümüş hissetmek istiyordu insan o zamanlar. "Balığa gidelim", dedik bir gün bu dört kardeşle. Balık tutmak için gidilecek yer de onların köyü idi. Araçla on dakikalık bir mesafeydi ama benim için ailem olmadan şehir dışına ilk çıkış demekti. Bu planı, zannederim bir kaç dakika içinde yaptık ve kimseye haber vermeden ve izin almadan fırladık; eski garajdan dolmuşa bindik. Onlar alışkındılar tabi, kim bilir kaçıncı kez gidiyorlardı babalarının köyüne. Benim içinse sıradışı bir yolculuktu.
Ana yoldan tepeye doğru çıkarak yerleşmişti köy. Evler birbirine bozuk ve yokuşlu yollarla bağlıydı. Köyün bakkalına girdik önce. Misina ve iğne aldık. Şehirdeki bakkallarda bunların satıldığını hiç görmemiştim.
Bir akrabalarının evine girdik sonra. Teyzeleri ya da halaları olmalıydı. İkinci kata çıktığımızı ve bize sofra kurulduğunu hatırlıyorum. Yemekten sonra, köyün arkasındaki dereye gidecektik balık tutmaya.
Yemek yerken kapı çaldı. Merdivenden çıkıp gelen misafir, iki yaşlı adamdı. Biri babam, biri de dünürümüz olan amcaydı.
O kadar şaşırmıştım ki o an.
Anlaşılmıştı ki babam, bir şekilde mahallede araştırma yapıp, belki de sokaktaki çocuklardan, o köye gittiğimizi öğrenmiş, sonra taa Yeni Cami mahallesinde oturan, dünürümüze gidip onun motoruyla köye gelmiş ve o evi bulmuştu.
Çocuk aklımla aileme haber vermeyi unutmak bir yana telefon ya da araba sahibi olunmayan öyle bir dönemde bu kadar kısa sürede bulunmak bana çok esrarengiz gelmişti. Toplamda bir saat bile geçmemişti.
Babam kızmıştı kızmasına ya, sağ olsunlar, evin sahibi ve dünürümüzün telkinleri etkili olmuş, biraz da sanıyorum yaşattığım 'ya bulamazsak' korkusu galip gelmişti. Böylece yiyeceğim garanti olan kötekten o gün için kurtulmuştum.
Olan bizim balık hevesine olmuştu.
Mayıs 2017, İZMİR