Novelius Edebiyat için Ümit Yaban ile söyleştik.
https://noveliusedebiyat.com/ilk-umit-ugur-demircan-umit-yaban/
Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.
Ümit YABAN: Sayın Uğur Demircan, ilk kitabınız Kilim’i kutlarım. Toprak Şems Tezcan editörlüğünde Plüton Yayın’dan elimize geçti. Son derece akıcı, tutkulu ve duygu geçişi kolay olan bir roman olmuş, kaleminiz daim olsun. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Uğur Demircan kimdir?
Uğur DEMİRCAN: 1976 Seydişehir doğumlu, Kamu Yönetimi mezunu bir kamu görevlisiyim. İlaveten Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi, İzmir’de yaşayan bir kişioğluyum. Edebiyatla ilgim 5 yaşımda okumayı öğrenince başladı desek yalan olmaz. O yıllarda televizyonda okuma yazma öğreten bir program vardı, ondan öğrenmiştim kendi kendime. Okumayı hep sevdim. Daha küçük bir çocukken bile dükkân tabelaları gibi gözüme çarpan her yazıyı yüksek sesle okuduğumu hatırlıyorum. Yerde bir gazete parçası denk gelse durup kafamı çevirir okurdum. Bugün bile -bir takıntı gibi- yazılmış her türlü yazıyı mutlaka okumak gibi bir alışkanlığım vardır. Kitap okumak da elbette hikâye kitaplarıyla başlayan ve zaman zaman iş, eğitim vb nedenlerle sekteye uğrasa da özünde hiç bitmeyen bir süreç oldu benim için. Roman okudum, çizgi roman okudum, çocuk dergileri, bilim dergileri, gazeteler, köşe yazıları vs okudum. Kendi kitaplarım dışında kütüphanelerden de çok okudum eş dost kitaplarından da. Hâlâ çok eksiğim var elbette. Hatta bazı çok bilinen eserleri henüz okuyamamış bile olabilirim ama hayat kısa, kitap çok ne de olsa. Ne kadar okuyabilirsek artık! Belli bir yerden sonra tabi seçerek okuma başlıyor. Bugün vardığım noktada ister istemez belirli bir tür ve yazar seçimi yaptığımı kendim de fark ediyorum.
Ümit YABAN: Yazma yolculuğunuz nasıl başladı? Kilim’in konusunda size ilham veren kim ya da ne oldu?
Uğur DEMİRCAN: Yazmak kendiliğinden gelişen bir meleke denilebilir. Çocukluğumda günlük yazardım. Gençlik yıllarımda da şiir… Antoloji.com gibi bazı siteler dışında basılı olarak hiçbir yerde yayınlamadım şiirlerimi. Şiir daha öznel bir ürün gibi geliyor bana. Son sekiz yılda tümüyle hikâye evrenine geçtim diyebilirim. Yazarlık anlamında kendimi öykücülükte buldum. On üç yaşımdayken ilk dört başı mamur hikâyemi yazmıştım ama hiçbir yerde yayınlanmadı o. Hâlâ saklarım.
Kilim bir köy odası tasviri ile başladı. Kitabın ilk bölümündeki o yemek yenilen oda… Vaktiyle köy öykücülüğü hakkında bir derginin genel yayın yönetmeni ile yaptığım küçük bir atışma sonrası kendiliğinden kısa bir öykü çıkıvermişti. Köy hâlâ varsa orada geçen hikâyeler de hâlen yazılabilirdi, ben de yazdım. Yazdıkça uzadı. Sergüzeşte dönüştü.
Ümit YABAN: Yazım ve yayınevi bulma safhalarında zorluklarla karşılaştınız mı? Kitabınızı raflarda gördüğünüz o ilk ân neler hissettiniz?
Uğur DEMİRCAN: Kilim, Yük Edebiyat’ta -son bölüm hariç- yayınlanırken ya da YouTube’da seslendirilirken kendi okurunu nasıl oluşturduysa kendi yayınevini de kendisi buldu. Plüton Yayın bir tweette “gönderin basalım” dedi, gönderdim. Yayınevi yayınevi dolaşan o dosyalardan olmadı yani. Kitabınızı elinize almak, bir tanesini evdeki kitaplığa yerleştirmek ise tarifi imkânsız bir duygu. Benim yazarlığım henüz bunu anlatmaya muktedir değil sanırım.
Ümit YABAN: Günlük yazma rutininiz var mıydı? Malum yaşam büyük bir koşuşturma bu koşturma arasında yazmaya günlük ne kadar zaman ayırabiliyordunuz?
Uğur DEMİRCAN: Mesaiye başlar gibi oturup aynı saatte ve aynı süre zarfında yazabilenlere gıpta ile bakarım hep. Öyle bir rutinim olmadığı gibi zorlarsam işin büyüsü de kaçacak gibi gelir bana. Sadece Kilim için değil, tüm öykülerim olmadık yer ve zamanlarda çıkmış, tamamlanmıştır. Yataktan kalkıp aklıma gelen fikri not ettiğim çok olur, unutuluyor çünkü sonra. Bir anekdot: Kilim’de Özer’in Servet’le Sevde’yi o kiraz ağacının altında ilk kez gördüğü bölüm, hastane koridorunda sıra beklerken yazıldı meselâ.
Ümit YABAN: Yazmak sizce hastalıklı bir durum mu yoksa terapötik bir yolculuk mu? Siz nasıl başlayıp kim olarak çıktınız bu yolculuktan?
Uğur DEMİRCAN: Yazmak anlatmanın kalıcı hâli malum. Asıl konu anlatmak olmalı bence. Bu bir hastalık değil lanet, hep söylerim. Herkeste olmayan bir lanet. Vergi de denebilir belki ama anlatmadan duramayan insanlar vardır, yazarlar onlardan çıkar genellikle. Ben hep anlatan kişiydim. Okudum, okudukça yazarak da anlatmaya başladım. Kişiyi tedavi edici bir özellik görmüyorum ben yazmada. Toplumu tedavi etmeli illa bir şeyi edecekse. Yaşamın içindeki tümsekleri düzeltmeye, aksak yönleri tamir etmeye yardımcı olabilmeli, en azından farkındalık yaratabilmeli. Bireysellik çağımızın hastalığı anlıyorum ama yazmayı da bu kadar bencil hırslar için kullanmak bana göre bir şey değil.
Ümit YABAN: Kendi hayat duruşunu ve aşkını, köylünün yaşantısı ve bir çobanın aşkıyla tanımaya çalışan gözlem yeteneği yüksek bir öğretmeni okuyoruz romanınızda. Bu genç öğretmen tanıdıklarınızdan mı esinlenerek var oldu?
Uğur DEMİRCAN: Özer, köye üstencil bir bakışla ya da en azından yabancı gözle bakan kişilerin toplam bir yansıması esasında. Tanıdık bildik birçok kişinin sentezidir elbette bir bakıma. Öykülerdeki hiçbir karakteri sıfırdan yaratmazsınız ama hiçbiri de belirli bir kişi değildir sadece. Özer Öğretmen oraya öğretmeye giden ama aynı zamanda kendi öğrenen biri. Gördüklerini bildikleriyle karşılaştıran, düşünen ve dönüşen… Farklılıklara karşı hepimiz böyleyiz aslında. Önyargı ve dönüşüm. Bunların oranları kişiye göre değişir sadece.
Ümit YABAN: Fakir Baykurt, Ferit Edgü gibi Anadolu’ya toplumcu gerçekçi bir bakış geliştiren yeni bir yazara daha mı kavuştuk? Eserleriniz bu minvalde mi ilerleyecek biz Anadolu’yu ve insanını mı bulacağız sayfalarınızda? Üzerine çalıştığınız dosyanız var mı?
Uğur DEMİRCAN: Gerçekçilik, yazar olarak Uğur Demircan’ın yönlerinden biri sadece. Kalemimi sınırlandırmak istemediğim yaşlardayım henüz. Kısa süre sonra İthaki’den çıkacak öykü kitabımda da bunun birazını görebileceksiniz. Onda realist öyküler de var, Anadolu insanı da, Post-Apokaliptik çağda geçen öykü de. Özünde hepsi insan hikâyesi elbette. Onun dışında farklı konseptte hazırladığım dosyalarım da mevcut. Zaman ne gösterecek bakalım.
Ümit YABAN: Türk ve Dünya Edebiyatından takip ettiğiniz isimler, hayranlık duyduğunuz yazarlar kimler?
Uğur DEMİRCAN: Öyküde yerli yazarlardan: Sabahattin Ali, Necati Cumalı, Haldun Taner favorilerim. Bunların dışında Memduh Ş. Esendal, Vüsat O. Bener, Fakir Baykurt da severek okuduklarımdan. Kitaplığımın üçte ikisi öykü, bunların da yarısı eski yazarlarımıza ait. Sahaf dolaşmaya, adı pek duyulmayan yazarları keşfetmeye bayılırım. Dr. Muhtar Tevfikoğlu, Demirtaş Ceyhun, Bekir Yıldız gibi. Bunun dışında son yıllarda yeni çıkan öykü kitaplarının çoğuna ulaşmaya çalışıyorum. Ayhan Koç, Onat Bahadır, Emrah Kurul, Derya Sönmez, Metin Nart öykü dillerini sağlam bulduğum yazarlarımızdan. Yabancı yazarlardan tabi ki Maupassant, Poe, O.Henry. Sonra Heinrich Böll, Julio Cortazar da var.
Romanda “yabancıcı” olduğumu söylemeliyim. Marquez, Steinbeck, Orwell, Jack London, Amin Maalouf en çok okuduklarım. Yerli yazarlarda eskilerden Tanpınar, son dönem İhsan Oktay Anar‘ı beğendiğimi söyleyebilirim sadece.
Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.
24.06.2023 © Novelius Edebiyat