Babamın Sözcükleri

uğur demircan blog babamın sözcükleri
Unutulmuş bir lisana benzerdi onun konuştuğu. Tufanlarda, depremlerde kaybolmuş ya da eski yazıtlarda rastlanan, artık hiç konuşanı kalmamış bir dildi sanki. Anlamazdım bazı sözlerini küçükken. Kitaplarla ve doğal olarak kelimelerle oldukça haşır neşir bir çocuk olarak zaman zaman dikkatimi çekerdi ama etrafımdaki kimseden duymazdım o sözlerin benzerlerini. Gördüğüm çevrede, yaşadığım devirde sanki hiç karşılığı yoktu bazısının. Anlamak için onunla yaşamanız lâzımdı. Oysa o, okumak nedir bilmemişti.

Cumhuriyet dört yaşındaydı daha o doğduğunda. Yüzyıllar boyu unutulmuş öksüz bir coğrafyanın orta yerindeki köyünde, o taşlı, samanlı, eğri yollarından araba bile girmeyen köyde hiç okul yüzü görmemiş, muhtemeldir ki ömrü boyunca bir kitabın kapağını bile açmamıştı. Adının baş harfinden gayrısını bilmezdi -ki imzası da o 'Ş' harfinden ibaretti zaten- ama daha derinlerden geliyordu onun dil bilgisi. Köklerde, nesiller ötesinde aramalıydı lisanının ipuçlarını.

"Filanca, düğününe bizi de okudu" derdi meselâ. Yanlış söylediğini sanırdım çocuk aklımla. Sonraları öğrenecektim ki Türk Dil Kurumu'na göre 'okumak' 'çağırmak' demekti. Diğer boyların beylerini davet etmek için birer ok gönderen Bilge Kağan' dan beri 'okımak' denirdi aslında ona ama sonra 'davet' olmuştu, 'çağırmak' olmuştu yüzyıllar içinde sözcük.

Sabah işe giderken 'işlik' giyer giderdi sonra; bir gün olsun 'gömlek' dediğini duymazdım. Kolaylıkla 'içlik'le karıştırılabilecek bir kelimeydi bu ama aslında basitçe, 'iş yaparken giyilecek giysi' anlamındaydı. Bu kadar duru ve parlaktı işte. Tanrı Dağı kadar ulu, Akdeniz kadar berraktı; bizdendi.

Ellerini yıkamaz, 'yu'rdu çeşmede sık sık. Çarşamba Çayı'nın soğuk suyuydu sanki elini yuduğu. Küçük bir çocukken Bozkır'ın Boyalı Köyü'nde 'ağa'ları yani abileriyle 'seğirterek' girip 'çim'diği… Sonra, gece çökünce kilit ya da sürgü değil 'küsük'lerdi evin dış kapısını hırsıza, uğursuza karşı. Kamyonla değil 'açık araba'yla taşınırdı kira evinin fakir eşyaları, günü gelince.

Bunlar bir çırpıda aklıma geliverenler sadece. Zaman zaman, keşke not etseydim, diye düşünürüm tüm sözlerini. Onunla birlikte göçüp gitti belki de çoğu, kubbedeki sedâlarını yadigâr bırakarak.

Unutulmuş bir lisanı andırırdı konuştuğu cümleler. Bunca Arâbînin, Farsînin arasında binlerce sene evvelden başlarını uzatır, gülümserdi sanki o tertemiz sözcükleri. Puslu bir kış gecesinde tek tük beliren yıldızlar misali, ışıl ışıl parlayıverirlerdi bilene. O yıllar anlamadığımız, zamanla keşfettiğimiz bir eski atalar dilini konuşuyordu aslında. Eskiydi ama hakikiydi; 'öz'dü onun dili.

Sözle aktarılan, yazıyla bozulmayandı.

Rahmetle.

           Uğur Demircan, İzmir 2020
Daha yeni Daha eski